Powered By Blogger

21 Ekim 2010 Perşembe

Başörtüsü=?Türban meselesi 2

Kutuplaşmada başın üstündeki örtünün adlandırmasında da ayrıştık. Türban diyen laikçi, statükocu kesim; baş örtüsü diyen dinci, yobaz kesim oluyor. Halbuki mağazaya gidip satış sorumlusuna başka renk eşarbınız yok mu diye sorarken herkes ortak bir argümanda buluşabiliyor. Kıyamet işte o eşarp başın üstüne geçtikten sonra kopuyor. Saçın bir teli bile görünmeyecek şekilde örtüldüğünde türban, çene altından anane yöntemiyle bağlandığında baş örtüsü olarak kabul ediliyor. Diğer taraftan ise ister bir tek teli bile görünmez ister önden bir perçem sarkar sonuçta başımı kapatmak için kullanıyorsam baş örtüsüdür deniliyor.

Neyin başörtüsü, türban olup olmamasından ziyade sınırların net bir şekilde çizilip, tanımlamaların güncellenerek kesinlik kazanması ve kim hangi açıdan bakarsa baksın kabul edilen hükümlere riayet edilmesi gerekiyor. Örneğin kamusal alan, kamuda hizmet veren hizmet alan, eğitim öğretimde hangi noktada serbestliğin uygulanabileceği, hangi noktalarda izin verilmeyeceği gibi benzeri durumlar netleştirilmelidir. Hukuk kuralları çerçevesinde çizilen ve kimsenin kendini kişisel güvence olarak görmediği bir sistemde insanlar hangi bakış açısına sahip olursa olsun oluşturulan bu çerçeveye uymalı ve sonrasında dejenere etmek için çaba sarf etmemelidir.

Çözümün olmadığı, karşılıklı oluşturulan farklı cepheli statükolardan sonuçta zararı gene kadınlar görecektir.Burada iş samimi olup çekinceleri olan insanlarada gerçek anlamda güvence olabilecek siyasetçilerde bitmektedir.

Başörtüsü=?Türban meselesi


Toplum olarak giderek derinleşen türban meselesine iyice daldık bugünlerde. Bir apartmanın farklı cephelere bakan farklı katlardaki insanların penceresini açıp başka yerleri görmesi gibi oldu durum. Kimisine göre laik düzene karşı bir tehtit, kimisine göre inancımın gereği kimine göre de dünya kadar derdim var meseleden banane(belkide toplumun büyük bir kısmına ait)durumları.

Herkes konuşuyor ama çoğu diğerini dinlemiyor. Birisinin önemsediği öncelik diğerine göre iplenmeyen mevzu oluyor. Empati yapmalısın, bide onun penceresinden bakmalısın diyen zat-ı muhteremler, empatinin karşındakinin yerine geçip kendin gibi düşünmen olduğunu zannediyorlar yada farkında olmasalar bile öyle yapıyorlar.Mesele sadece pencereleri değiştirmek değil mesele o pencereye geçtiğinde onun gördüklerini de görebilmekte yoksa yemişim empatini.

Velhasıl, bugün geçmişe baş kaldıran insanları gördükçe talep etmesin istiyoruz, isteneni düzene baş kaldırı olarak kabul ediyoruz. Gerçekten öyle mi? Geçmişte türban (başörtüsü)ile üniversiteye girmek gibi problem yokken zamanla girmenin problem olduğu bir düzen oluştu ve tekrar başörtüsü ile derse girmek isteyenler siyasi simgenin maşası olarak kabul edildiler.Kimsine göre siyasi simge kimine göre değil, kimi gerçekten başka çıkarlara amaç için kullanıyor ama şurasıda bir gerçekki ortada eğitim hakkından yoksun kalan kızlar var. Bizdeki mesele insanın başının üstündeki örtü meselesi değildir, mesele güven meselesidir. Kişiler cepheleştikçe aynı marketten ekmekte alsalar, aynı parkta piknikte yapsalar bile bu gibi konularda birbirlerine tahammül edemiyorlar.
Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin anlayışıyla yetişen insanlar karşısındaki kızın laik devletin temeline dinamit olmadığına, yada diğerinin dininin gereğini yerine getirmesine engel teşkil etmediğine nasıl inanabilir ki?

İş güvensizliğe neden olan korkuların yıkılabilmesinde. Bunun içinde herkesin kendi üzerine düşen samiyetten bir parçayı ortaya konulmasındadır. Aksi taktirde mağduriyet yaşadığına inananların oluştuduğu zincir gittikçe uzayacaktır.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

survivor ve ACUN dünya


Kim 500 milyar ister'i bir zamanlar seyretsemde survivor'a katılan grubun bi yarısına göz aşinalığım yoktu. Survivoru da hemen hemen başından beri takip etmekteyim. Kaldı son dört. Bir erkek olarak ne söyleyeyim başından beri bir kızın kazanmasını hiç istemedim, hala da istemiyorum. Favorim ihsan. İnsanlar özellikle erkeklerin daha çok kulis yaptığını, guruplaştığını ve bu şekilde ortaya çıkardıkları tilkilikleri ile sırtlan formuna bürünüp aslanları yolladıklarını düşünüyor galiba. Bir ara hakancı bir tv eleştirmeni büyüğümüzün küçk adamların büyük adama karşı mücadelesi benzeri yaklaşımı gibi.Her oyun genel olarak diğerine eşit olduğu bir ortamda bugün dokunulmazlık alıp diğerlerini ötekileştiren gruplaşmayı oluştururken bile insani ilişkileri gözetmeyenlerin finale kalması zaten mümkün değildi ki öyle de oldu. İnsanlar orda bulunan insanların nasıl bu kadarda ruhsuzlaşıp, biribirlerinin altını kazarak köstebek yuvasının üstünde gezindiklerini bir türlü anlayamıyorlar. Bazı şeyler yaşanmadan empati olmuyor galiba. Üniversitedeyken yaz okuluna kalmıştım. Hava sıcak tabi, okul dışında geçirilecek zamanda var ama bunu o sıcakta her yerde harcayamıyorsun. Ben de zaman geçsin diye oyun kağıdı aldım. Odada 5 kişi kalıyoruz. İlk günler güzel, tabi kağıtlar masada oynayan bir dörtlü ve yandan seyreden insanlar. Günler geçtikçe insanlar gerginleşmeye başladı, kafa rahatlasın, zaman geçsin diye oynanan oyunda insanlar gerilmeye başladı. ortada olmayan ama kendi aleyhine olduğu söylenen kaş göz işaretleri, oynamayı bilmeme yada yancıların oyuna karışması gibi ithamlar. Baktım durumlar tekrar ediyor, daha kötüye gidecek aldım yokettim kağıtları. Sonra ortam sütliman. Geçmişten bu anıyı neden yad ettim? Biz bile çok da kapalı olmasakta kapalı ve zamanla skıcı olmaya başlayan bir ortamda birbirimizi yemeye başlamışken, orda insanların robinson, cuma hayatı yaşadıkları adada kafayı yememeleri bile büyük başarıdır. Şimdi kimimiz diyecek ki ama sonuçta 500 bin var. İyi de bir kişi alacak neticede o parayı ve de herkes eşit şansa sahip olmadığını biliyor, e bu durumda da destur çekip eyvallah dememeleri büyük bir dirayet başarısır bence.Sadede gelmeden önce; yarışma genel itibariyle fizik yarışması görünmesine rağmen temelde fiziğin bir yere kadar gittiğini görüyoruz.Fizik burda pastanın keki olurken, entrikalar,kulisler ve gruplaşmalar pastanın kreması pozisyonunda. Kazanan ise muma üfleyip pastadan bir dilim alıp gülücükler atan diye düşünürken asıl kazananın pastanın geri kalanını paket yapıp istediği kadar yiyen ACUN olduğunu görüyoruz. Dikkat edersek belli noktalarda oyuna etki eden ve oyunun gidişatını değiştiren acun genel olarak istediğini elede etmekte. (Reyting=money)Örneğin dokunulmazlık kazananın bir kişiyi düelloya çıkarması ve son dörde bir kız sokmak için mervenin güçlü olduğu dayanıklılık yarışmalarının konulması. Eğer insanlar adaletsiz bir ada ortamı olduğunu düşünüyorlarsa neden önce piyon gibi görünen yarışmacılara veryansın ediyorlarda ipleri elinde tutan acunu es geçiyorlar. Adaletse gruplaşmaya kurban giden ler neden düello şansı olmadan çarpışarak kabetme hakkına sahip değildiler yada son düelloya çıkanlar ve merveye karşı kaybedenler neden metinin gizeme kaybettiği gibi adilane bir düelloya çıkamadılar? Evet Acun neden?
Sadete gelirsek, şakşakçı pozisyonundaki bizlerin alkış ve destekleriye has kazanan pozisyonundaki acun 2 milyon dolarlık evini 3 milyonlukla, 500 bin dolarlık arabasını da 700 bin dolarlıkla değiştirecek ve yeni ufuklara yelken açacaktır.
Acunu'da tebrik etmek lazım, en zor olan her zaman basit olanı düşünmek ve uygulamaya sokmaktır. Epeydir bu işi becerip çatır çatır yemek te onun hakkı. Bizler gibileri de anca avcunu yalayıp, yeni ufuklara yelken açanlara klavyeden dokundurduğunu zannetsin.
Umrunda mı dünya...

16 Şubat 2010 Salı

Recep İvedik'e Sallamak


Cehennemde zebanibaşı teftişe çıkmış, kaynayan kazanları kontrol ediyormuş. Herbir kazanda bir millet kaynıyor, başında birer zebani, yandım deyip yukarı çıkmaya çalışanın kafasına bir tane vurup doğru kazanın dibine gönderiyormuş. Zebanibaşı sırayla gezerken alman, ingiliz, fransız, japon kazanları, hepsinin başında bir zebani duruyor, bakmış bir kazanın başı boş, hemen köpürmüş.
- "Bre zındıklar nerede bunun başındaki zebani?" diye
oradan bir zebani hemen söze girmiş
- "Efendim bu Türklerin kazanı, bunlarda kim kafasını yukarı çıkarmaya kalkarsa ötekisi hemen paçasından aşağı çekiyor, dolayısıla da bizde başlarına görevli koymadık." demiş (Konuyla alakası var mı bilmem ama fıkra aklıma geldi böyle bir girizgah yapayım (Recep ivedik de meyve veren ağaç ya bi de ben taşlıyayım dedim (!)).

Toplum olarak popülerliği olan herşeye olur olmaz sallamayı, giydirmeyi pek severiz. (Kıskançlık ve çekememezlik maskesi aslında yüzümüz olmuşda altındakini bilmiyoruz ). Yok efendim kurtlar vadisi kötü örnek deriz, bir bakmışsın ki dizi 4 nala gitmiş bide ardındakilere en az 3 boy fark atmış. Hele bir de diziden şöyle yahşi bir kararkterle de özdeşleştirildik mi, yağ bağlamış göbeğimizi daha bi okşanır. Aşk-ı memnu aile yapısını bozuyor, Türk örf ve adetlerine aykırı deriz, izlerken bihtere orospu etiketini yapıştırırız ama bir sonraki bölümünü de sabırsızlıkla bekleriz.

Gelelim Recep İvedik'e. Ekranlarda, gazetelerde, sohbet ortamlarında kısacası recep ivedik mevzusunun geçtiği hemen her yerde muhtemelen recep ivedik film tarzını küçümseyen cümlecikler geçiyordur. Hatta bu filmi izlemek bir bakımada toplumda kültür seviyesi indikatörü oldu.

Kız: Ayy murattt, çok banalsin, çok basitsin. Ne buluyosun bu filmde anlamıyorummm. Lütfen arkadaşlarımın yanında muhabbetini yapma bari . (Kızımız azerbeycanın başkentini, kenan evrenin ressamlık öncesi yıllarını, türk sinemasında adı unutulmazlar köşesine kazılan yapıtları ve birçok şeyi sular seller gibi biliyor ve özümsemiş ya, recep ivediği banal bulması da hakkı tabiki (!)).
Murat: Murat bu arada napsın ki kızın karşısında ezik büzük işte. Ama hayatımm! dan öteye geçemiyor kurduğu cümlemsi.

Recep ivediği ilk iki filminde 4 milyonun üzerinde insan izledi ve 3. (tahminen sayı doğrusu üzerinde seri, gidebildiği kadar gidecektir) de muhtemelen bu civarlarda seyredeceğine göre insanların pek de aşağılamaya hakkı yok gibi geliyor. Recep ivedik, kroluk diye tabir edilen mozağin içindekinleri bir bedene hapsetmiş fakat özünde iyi bir insan profili barındırması ve doğallığı sebebi ile insanlar tarafından kabul görmüştür. Bu kadar küsür milyon insanı vizyona çeken ve birçok insanın abidik gubidik, ne aptalca diye değerlendirebileceği şeylere altına sıçana kadar güldürebilmesini sağlayan karakterdeki samimiyet ve doğallıktır.

Aslında medyadaki haset toplarını (top burada gerçek anlamında kullanılmıştır, lütfen yan anlam yüklemeyiniz. Harbiden gerçek anlam) çatlatan da bu kadar basit birşeyin bu kadar tutulması ve fazla emek ve para gerektirmeden çekilen bir filmin hem seyirci açısından hem de hasılat açısından tavan yapmasıdır (milletin 20 filmde yapamayacağı hasılatı adam bi filmde tereyağınadan kıl çeker gibi yapınca nasıl koymasın ki!). Millette hazımsızlık devam ettikçe, şahan da serinin yeni filmlerini hazımsızlık çekenlerin bir tarafından ıkına sıkına çıkarmaya devam edecektir. İzleyenler kadar, izlemek isteselerde anti recep ivedik duruşunu bozamadıklarından dolayı izlemeyen bir o kadar da insan vardır.

Muhtemelen recep ivedik benzeri karakterlerin oluşturduğu filmlerde gün yüzüne çıkacaktır ama recep ivedik fenomen oldu bir kere (gaffur projesi vardı diye hatırlıyorum bir aralar sanki ama) taklitleri aslını yaşattıkça şahanda kıçıyla daha bi kahkaha atarak gülmeye devam edecektir.

Recep ivedik için söylenebilecek en doğru şey ticari başarısıdır. Hayatta en zor şey aslında basit olanı düşünüp hayata geçirebilmektir. Şahanda bunu yaptı ve yapmaya devam ederek mangır balyalarını istiflemeye devam edecektir. Artık bundan sonra zaten onun için başkalarının olumsuz eleştirileri, çekememezlikleri, hasetleri yada her ne denirse densin ipimle kuşağım modundadır. Şahan çoktan bileğini yağlayıp kendine giydirenlere diğer elinin üstünden şaklattı bile.

Bende recep ivediğe giydireyim diye oturdum klavyenin başına ama baktım ki yazının sonun da olmuş bir güzelleme. Giydirme artık başka bahara.

2 Şubat 2010 Salı

erkekler dünyasında kadın olmak

Kadın olarak doğmanın bedeli belkide dünyanın birçok yerinde hayata sıfırların solundaki rakam kadar uzak kalmak oluyor. Kimisinde tek bir sıfır kadar kimisinde ise kodamanın etli parmaklarındaki dolmakalem ile gücü oranında yazdığı sıfırlar kadar uzak. Ha kadın olarak doğmanın daha makbul olduğu yerler yokmudur vardır elbet ama onların sayısıda sıfırın sağındaki virgülden sonra gelen rakam kadar. İsterse sonsuza giden sayı doğrusu olsa ne yazar ki, sıfırdan biraz fazla, en fazla birden biraz az.


Çok fazla uzağa gitmeye gerek yok aslında, Google earth'da uzaydan dünyaya, dünyadan yurda doğru mouse'un tekerleğini döndürdüğümüzde karşımıza o kadar çok örnek çıkacaktır ki belki bilinen belki bilinip de bilinmek istenmeyen. Yurdum haritası Güldünya'lardan, Gülseren'lerden oluşan kan kırmızısı renge boyanacaktır.



Dünyaya amcasının oğlu komşusu Ahmet'le, kardeşi Mehmet'le aynı evlerde aynı ellerde geldiler ama bu dünyadan gene aynı evlerden, ellerden gittiler. Doğduklarında attıkları çığlıklar belkide yaşamları boyunca isyanın tek sesiydi. Mutluluk nedir sorusunun cevabı muhtemelen korku dolu gözlerde 32 bilinmeyenli denklemin çözümünden daha zordur. Sevmek ise yürekte kopan sessiz bir fırtınanın gök gürütüsü, yalnız kendi içinde yaşanan.

Yaşamak, başkalarının, töreyi dillendirenlerin iki dudağından çıkanlardan ibaret onlar için. Başkası diye tabir edilen bir erkeğe gülümsemek değil ki iki kelam bile etmek,farkında olmadan ölüme göz kırpmanın işaretidir. Denize düşen çapanın makarayı boşalttığı hızda yaşam geriye saymaya başlar.

Ve o an gelir. Boynunda nefesini kesen Ahmet'in, Mehmet'in parmak izleri ya da intihar etmesi(!) için eline tutuşturulan yağı bile olmayan ilmek. Bu dünyadan ayrılırken hayata, yaşadı diye kabul edilen yaşanmayanlara dair isyanı olan sadece 2 damla göz yaşı. Artık namusunu kurtardığına inanan ailenin gözünde o sadece telef olmuş bir hayvan kadar değeri olan kefenlenmiş bir bedendir.Üzerlerine kalan tek vazife onu defnetmektir.

Geriye kalan sadece gazete küpürlerindeki Güldünyalar, Gülserenlerdir. Ailelerinin ve törenin gözünde ise hiç yaşamamış siluetlerdir.

30 Ocak 2010 Cumartesi

hıncal hıncal'dan yiyiyor

Hıncal abi ile ilgili bi güzelleme çekmeyi düşünürken, milliyetten Bilgin Gökberk (köyün delisi) tam bu arada düşüncelerime ferman olacak bir yazı döşemiş. Önden ara sıcak yazıyı bi paste copy yapayım dedim, sonra geçerim kendi cümlelerime.



90 Dakika’yı Aziz Yıldırım mı yayından kaldırdı ? NTV neden susuyor ?


29 Ocak Cuma 2010


Ciddiye alınması gereken duayen spor yazarı aylardır “90 Dakika’yı Aziz Yıldırım yayından kaldırttı” diyor ,bu korkunç bir iddia ve kimse onu ciddiye almıyor.O ,maşallah hiç istifini bozmadan ve sıkılmadan NTV Spor’da program yapmaya devam ediyor.Yıldırım’ın hem hoşuna gidiyor efsaneleştirilmesi ,hem de hiç mi hiç kaale almıyor, sallamıyor Uluç’u.Susuyor!***NTV yönetimine üç soru...1-Uluç doğru mu söylüyor?2-Açık saçık bir daha soralım;Ciddi, saygın,güvenilir ve marka değeri yüksek bir kurum NTV, patronu Ferit bey de ciddi ,saygın, güvenilir, marka değeri yüksek bir iş adamı, Aziz beyin burada böyle bir yaptırım gücü olabilir mi, 90 Dakika’yı o mu kaldırttı?3-“Böyle abuk sabuk şeylere cevap mı verilir” diyorsanız, bu da bir cevaptır,peki abuk sabuk iddialar ortaya atan birine niye üstüne titrediğiniz spor kanalınızda program yaptırıyorsunuz?***Şimdi de “90 Dakika’yı kim kaldırttıysa Maraton’u da o kaldırttı” demeye başladı...Haydaaa!*** İşin içinde ciddi ,önemli bir kanal , önemli ve değerli bir kulübün başkanı ve bir duayen var...***NTV susmamalı!


90 Dakika’yı ve Maraton’u, Uluç ve Toroğlu’nun tarzı yayından kaldırdı.


Uluç modası çoktan geçmiş o tarzdan medet umuyor hala,kendini çok çabuk yenileyemezse çok çabuk demode olacak ve yazık olacak ona.Biraz gezegeninden ve gezegenindekilerden ayrılsın,buralarda fena halde madara olmuş durumda.Arda’yla Messi’yi kafa kafaya değişmemesi ,üzerine para istemesi ve futbolu Rijkaard kadar veya daha iyi bilmesi filan...Yolun sonu bu...Servis zamanı gelmiş.Bu tarzın adı 56 Chevrolet, 63 İmpala !Kalmadı!Kalanları da ne kadar iyi ve özenli toplarsan topla, haftada bir servis şart.Yürümez yoksa.Ustanın servise gitmesi gerekiyor acilen.Bu bir!Erman’ı ve onu susturamazlarmış, 90 Dakika’yı kim kaldırttıysa Maraton’u da o kaldırtmışmış.Toroğlu günün adamı , bütün gözler üzerinde ve balıklama atladı Uluç da projektörlerin arasına.“Ermanı bırakın artık , biraz da bana bakın” diye çığlık çığlığa usta...Bu iki! Onu ve Toroğlu’nu, hem de Hürriyet ve Sabah’da birer sayfa köşeleri varken, TV programlarını kaldırtarak susturmaya çalışmak kadar saçmalık olur mu,bu onların susmalarını mı sağlar yoksa hiç susmamalarını mı?Bu üç!İşte köşelerinde eskisinden daha çok konuşuyorlar,ne farketti,hiç!Bu dört!Yıldırım’ın, Hürriyet‘e Sabah’a gücü yetmiyor , NTV’ye Digitürk’e yetiyor ,bu çıkar burdan.Bir de şu çıkar , Uluç’u kimse iplemiyor , ne Aziz bey ne NTV...Ne de Digi!Bu beş!Uluç’la devam edelim...Aziz bey 90 Dakika’yı Uluç sussun diye kaldırttıysa NTV Spor’da konuşmasına niye müsaade etti ve Uluç niye NTV‘ye tavır koymadı ve program yapıyor orda.Yarın Aziz bey, “Uluç burada da olmasın,CNBC veya Kral TV ‘de program yapsın ” derse ne olacak?Yapacak mı?Bu da altı!***Sadede gelelim.NTV gibi önemli bir kanalda, 90 Dakika gibi önemli bir programda aslı astarı olmayan sallamasyon komplo teorileri uydurması ve sadece kendine çalışması hem 90 Dakika’ya, hem de NTV’ye zarar verdi. Patronunun FB’nin potansiyel başkan adayı olduğu bir kanalda, içinde Aziz beyin olduğu her komplo teorisi komplonun içine Ferit beyi de sokar, NTV yi de...Bir gün biri de şu toriyi üretir;Uluç, Ferit beyin kanalında “Aziz’in adamı Mahmut “diyor, herhalde Aziz bey Ferit beye “Özgener benim adamım” dedi ,Ferit bey de bunu Uluç’a söyledi ?Komplo teorisi üretmenin sonu yok ki....NTV’in imajına zarar verdi Uluç’un tarzı ve bu tarz NTV Spor’a kaydırıldı, bu şekilde Aziz bey, Uluç’u susturmak istiyor dedikodularının önünü kesmek istedi NTV, doğrusunu yaptı.Uluç, NTV Spor’da eskisinden daha rahat konuştuğu halde “beni susturmak istiyorlar “diyebiliyor, ya bir de orada program yapmasaydı...Bir de şu;Mehmet beyde aynı kanalda program yapıyor, Aziz bey sadece Haşmet’ten tahatsızmış demek, onu kaldırmış yayındanAyrıca...Sokaktan geçen simitçinin söylediğine resmi sitesinden cevap yetiştiren FB Uluç’a cevap vermiyor.Uluç’u asıl çıldırtan bu.Ve İbrahim Seten...Akıllı adamdır ,söylediğinin nereye gideceğini bilir, Vatan’da Uluç’ a ‘Senden korkmadım, ben Aziz beyden niye korkayım” demiş, niye korkması gerekir Uluç’tan...Bunu açar mı?Ve ona bir soru;Aziz Yıldırım mı, Hıncal Uluç mu ,hangisi yazarların çizerlerin önünü daha çok keser, ıssız bir adaya gitse yanına sadece birsini almak durumunda kalsa ,hangisini tercih eder.Ben Aziz beyi tercih ederim.O?Cevaplar mı?*** Toroğlu da Uluç da birer TV yıldızı ,ikisi de her kanalda gider,Toroğlu’nu her kanal ister,seneye daha da çok kişiye ulaşır ulusal bir kanalda.Yolu açık olsun!Birinin provakatif ve inandırıcılığını kaybeden bol atmasyonlu tarzı NTV de gitmedi,diğerinin bol argolu ve sık sık bel altına inen tarzı da 7’den 77’nin ekran başında olduğu yayıncı kuruluşun maç sonrası programında...Gitmelerinin sebebi bu!Hikayelerinin özü de bu...Gerisi hikaye!Aziz bey filan da palavros!



Sevgili Bilgin Gökberk'e kurduğu cümleleri yazıya döktüğü için teşekkür ediyor, kendi cümlelerime geçiyorum.





Rahmetli Kenan Onuk'un hem moderatör olduğu hem de fenerbahçeyi temsil ettiği 90 dakika programını, ilk programdan itibaren takip etmeye başladım. O günlerde sevgili Kenan Onuk hem dengeli bir yönetim sergiler, hem de programın üslubunu belli bir seviyede tutardı. Kenan abi kanserden dolayı vefat ettikten sonra, sevgili Fuat abi ntv spor müdürü olarak programı devam ettirirken moderatörlük görevini de üstlendi. Artık ipler Hıncalın elinde bir Hıncal şova dönüşmeye başladı. Sevgili Fuat Akdağ özünde iyi bir adam profili izlenimi vermesine rağmen moderatörlükte ciddiyetten uzak tavırlarıyla tam bir sıfır portresi çizmekteydi. Dolayısıyla da 90 dakika Hıncal'ın egosunu doyasıya tatmin ettiği, salladığı insanlardan ertesi gün medayadan aldığı cevaplarla göbeğinde bağlayan yağa bir katman daha eklediği izlemesi çekilmez olmaya başlayan bir programa dönüştü. En sonunda Hıncal Uluç'a göre Aziz Yıldırım tarafından (Aziz Yıldırım da sanki futbol aleminin Zeus'u ya istediği herşeyi olduruyo. Kenan Onuk'un vefatından sonra Hıncal'ın sallamalarına daha fazla dayanamadı, yada gücü anca yetti. Pehh!) program kaldırıldı.(Hıncal abinin klasik komplo senaryolarına göre maratonda, aynı güç=Aziz Yıldırım tarafından mazideki programlar mezarlığına defnedildi.)





2 senedir doksan dakika izlemiyorum ve son bir senedir Hıncal Uluç'un değindiği mevzular bugün neymiş diye meraklanıp ilk onu okuyan ben arada eserse başlıklara bakıp pasajlardan seçme yaparak şöyle bir göz atıyorum. Her salı, çarşamba fotomaçta sporla alakalı değindiği röpörtaj köşesini ise okunmayacaklar listesine gönderdim. Bunun temel sebebi 90 dakikadaki Hıncal Uluç'un artık çağın gerisinde kalan yorumları ve kendini artık aşamayan yazılarıdır. Sonu s ile biten bütün sınavlara hazırlanırken muhakkak kendisini yenileyen yada yenilemesi gereken yazarlara dem vuran örneklemeler hatırlarız, hani kendisini yenilemeyen yazara ne olduğu gibilerinden.





Hıncal Uluç'ta artık aşağı doğru pik yapan bir eğride yol alıyor, ömrü yettiği müddetçe de gidecekmiş gibi görünüyor. Sürekli araştırmayan, sorgulamayan gazetecilik anlayışına , ses kaydedetmekten öteye geçemeyen röpörtajcılığa tekme atan sayın Uluç her ne hikmetse Londra'ya yolculuktayken izleyemediği, gazetelerden okuduğu kadarıyla yada kendi arkadaş gurubuyla kakara kikiri maçları takip edip sonrasında ekranlara çıkıp sağa sola saldırmaktan ve yorum yaptığı izlenimini vermekte hiçbir beis görmüyor.( Hıncal Uluç kelamlar üstü ya ne de olsa herşeyi demek mübah ). Mağlup olan bir takımın hocasını ertesi gün masada meze yapmaktan zevk aldığı dakikalarda, hocayı vay efendim sen neden bu oyuncuyu oynatmazsın diyerek giydirme cümleleriyle topa tutarken, oyuncunun sarı kart cezalısı olup oynamadığından bihaber konuşmaktadır. Mehmet Yakup Yılmaz, Hıncal'ın kurduğu komplo senaryolarını çatır çatır dişlerinin arasında öğütürken hiç yüzü kızarmadan başka konuya zıplamayı becerebilmektedir (Erman Hoca demişti ya kimi yorumcular için şezlong yorumcusu, zannedersem kastedilenin önde gideni oluyor sayın Hıncal Hazretleri ). Kendisinin yorum diye adlandırdığı saldırma cümlelerinde ve yazılarında o kadar falso veriyor ki biraz bile objektif olanın yüzüne ankara ayazının keskinliği ile vuruyor.





Hıncal uluç neden kanla besleniyor peki? Ağzında kütür kütür kırdığı kemikler ve kendisinin enerjisini sağlayan kandan başka birşey yok ki elinde. Gençlik artık eski tek kanallı düzende yada senin yazılarında arada bir bahsetmeden geçemediğin erkekçeli günlerdeki gibi değil Hıncal Abi. Artık insanlar iddaa oynamakta, 12 yaşındaki çocuklar bile football manager da futbol piyasasına hükmetmekte. Geçtim premier ligi,İngiltere 1. ligdeki bile takımların iç saha dış saha performanslarını çarşaf çarşaf ortaya dökebilmektedir. Sense futbola dair üretebilecek bişey ortaya koyamadığından dolayı zorunlu seçeneğini kullanarak ona buna saldırmaktan öteye gidemiyorsun ( büyüklerin gelen hocaları, yönetimleri, oyuncuları... Gelen hocalar 3 ay sonra toptan anlamaz olurlar, yönetimler vizyonsuz olur, topçular oyuncu olmaz. Sene başında dediğin sene sonuna gelmeden kuyruktan çıkar. Kimse futbola dair bi halttan anlamaz bi sen anlarsın).


Ey Hıncal Abi eyy! Nerden tutsam elimde kalıyor. Puzzle bile bir araya geliyo da sana dair olanları nasıl bir bütün yaparım ben. Sen olmadığın günlerde de günü kotarmak için Yasemin'in 90'lardan senin yazılardan koyduklarına bakıyorum, muhteşemler. Hepsi hayata, güzelliklere dair birer enfes. Ama bugün, ogün ki güzellikleri elindeki tokmakla vura vura öldüren bir Uluç var. Hayatın güzelliklerini yalnızca şu anda görebildikleriye ifade edebilen, görmeden de kalemiyle gösteren bir Hıncal yok artık.


Yalnızca görüneni işaret eden bir yazar formuna dönüştükten sonra nerde kaldı Uluç'un fenomenliği. Şimdi biat toplumunun kimi öncüleri, kraldan çok kralcı olanlar der ki vayy efendim sen kim oluyorsun da Hıncal Uluç'u eleştiriyorsun (yesinler sizi). Hiç kusura bakmayın efendim her halttan anlamak, ona buna her konuda laf sokmak ne kadar Hıncal Uluç'un haddiyse, yıllarca Hıncal Uluç'u izlemiş, okumuş biri olarak laflarla ızgara yapmak da benim daha çok haddime. Kendini geliştirmiyorsa, okuruna, izleyicisine saygı duymuyorsa, olduğu yerde bile sayamıyorsa hiç kusura bakmayın acımadan bi tekme de ben atarım. Doğal seleksiyon (güçlü olan ayakta kalır) her zaman daha iyisi için.


Not 1: Bu yazı özellikle bi yerlerde görünsünde Hıncal Uluç isim vermese de varsın köşesinde belki cevap verir, bende gündeme gelirim, polemikte benim de köşem olsun umuduyla yazılmıştır.


Not 2: Yazı, ipimle kuşağım modunda, fazlası olmayan eksik kalan bir yazıdır. Böyle biline.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Erman Hoca ve Kaypaklar Dünyası

Lig yayınını tekrar digitürk alınca, gazetelerde erman hocanın başında sallanan demoklesin kılıcı, çanlar erman hoca için çalıyor gibilerden çeşitli başlıklarda haberler duyduk, gördük ve nihayetinde yazılanlar çizilenler çıktı ve erman hocayı yolladılar. Partneri şansal da delikanlı her türk erkeği gibi ortağını satmadı ve ermansız çıkmam abi dedi. Erman hoca gittikten sonra bu sefer millet ipin ucuna doğru yol almaya başladı ve ipi kim çekti sorusunun cevabını aramaya başladı. Erman hoca da köşesinde ve verdiği ufak demeççiklerde 27 ocak çarşamba 2010 daki köşesinde herşeyi açıklayacağını söyleyerek belirli gelecek zamana gün verdi. Gün geldi çattı ve hürriyet internet sayfasında erman hocanın beklenen açıklamalarına bi göz attık. Sonuç: Koca bir sıfır. Günlerdir milleti beklentiye sokan erman hocadan fare doğdu (Ha bu arada hürriyet de siz sorun erman hoca cevaplasın köşesi yaparak tiraj pastasından götürmenin hesaplarını yapmaya başlamış anlaşılan). Maratonda, gazetedeki köşesinde esip gürleyen erman, kodummu oturtan genel kurmay başkanı isteyen erman, sıra kendisine gelince, lafı gediğine koyamamış, sus pus olmuş. Futbolda sessiz çoğunluğun, ezilmişlerin sesi olduğunu iddia eden erman kendine ses olamadı. Neden acaba? Bel altı bile olsa, dan dun olsada dediğini esirgemeyen erman hocadan bir nefeslik ses çıkmaması bende hayal kırıklığı yarattı. Hani futbolda şike olduğunu söyler herkes ama kimler olduğunu söylemezler ya, öylesi bi durum erman hocanın ki de, diyemedi harbiden kimdir nedendir sebep. Anlaşılan erman hoca, ortada eli zayıf pokerci gibi kaldı, blöf bile yapamıyor. Millete ne demeli peki? Geçmişte ermen hocaya sallayanlar gurubu nerdeyse erman hoca için ağlaşanlar fan club'ı oluşturacaklar.

Seviyesizlikten, bel altından nasıl nefret ettiklerinden esefle bahseden yazar, çizer, sözde enteller gurubu bugün ermanşatörlüğün önde gideni oldular (Ha bu bizim genel kültür yoksunu fakat 3- 5 teknik terimle kendini adam zanneden muhterem halkımızdaki zatlar içinde geçerli, bunlara hakkatten kültür-ü abide olup ben izlemem böyle basit şeyler diyip, kumandanın favoriler bölümüne ekleyen muhteremleri de unutmayalım).Ekran kirliliği olarak adlandırılan bütün yapımlar içinde bu durum aynen böyle. Zannedersiniz ki; recep ivediği tornadan çıkmış 3 milyon insan izliyor, ya da sabah sabah seda sayanı, gelin kaynanayı, evlendirme programlarını... (Hani şu kikirik hatunlar giderler cem yılmaz gösterisine, gülmekten neredeyse altlarına sıçarlar, çıktıktan sonra da sağda solda sanki başka alemden gelmiş gibi "Ayy güldürüyo ama çok küfür var gösteride", "Filmleride öyle zatenn" diye öbürü de ekleme yapar. Ulan demin gülmekten yarılıyodunuz, ağzınız kulaklarınızdaydı...). Akşam herkes prime time da sanki national geographic ,ntv felan izliyor, millet haftalık kültürel etkinlikleri kaçırmıyor, klasik müzik konçertolarına pek de bi aşinayız ne de olsa (!). Behhlül Bihter'i götürürken, tv karşısında yurdum insanı yorum yapmıyor, çünkü izlemiyor ki.

İşte çoğumuz ekranda, vizyonda zirve yapan bissürü programı basitlik abidesi olarak gösterip bunları izleyenlere de bok atmaktan öteye gidemiyoruz. Herkes ona buna atıyor, suratındakini temizliyor fakat sırtına yapışandan habersiz, sütten (boktan) çıkmış ak kaşık suratıyla kaypaklık çukurunda oluşturdukları dünyada mutlu mesut yuvarlanmaya devam ediyor.